Atom bombasını yapan ekibin başında yer alan fizikçi Juilius Robert Oppenheimmer’in hayatını konu edinen Christopher Nolan’ın son filmi Oppenheimer’ın sinema salonlarındaki gösterimi devam ediyor. Sinema salonları vurgusunu yapmamdaki sebep, filmin “Sinema salonları için film çeken yönetmenin filmi” mottosu ile pazarlanıyor olması. Imax kameraları ile çekilen ve bizzat Nolan’ın Imax salonlarında izlenmesini salık verdiği film, pandemi ve dijital platformların etkisi ile sessizleşen sinema salonlarına yeniden hareketlilik getirdi. Tabii konu sadece bu da değil. Konu Amerika ise sinemaya yönelik vefa borcunun ödenmesi gerekir. Çünkü Amerika varlığını sinemaya borçludur
Amerikan Sineması, klasik dili kurduktan hemen sonra Amerika imgesini tüm dünyaya yayıp geçerli kılma misyonunu üstlenir. Hatta klasik devamlılığın keşfi bir bakıma Amerika imgesinin devamlılığının keşfidir. Edwin S. Porter, erken bir dönemde 1903 yılında, Amerikalı Bir İtfaiyecinin Yaşamı filminde bir yandan devamlılık keşifleri yaparken aynı zamanda Amerikalılığa dikkati çeker. Sonrasında klasik dili kuracak olan D. W. Griffith de bir ulusun doğuşunu sinema ile haber verir. Klasik dönemin en önemli yönetmenlerinden John Ford yine o yeşil vadinin imgesini hem Amerika topraklarına hem de tüm dünyaya yayar.
1960’larda stüdyo sistemi içinden üretilen filmlerin başarısızlığının doğurduğu kriz, Yeni Hollywood’u var edecek genç yönetmenler tarafından aşılır. Hem kendi hikayelerine hem de uyarlamalara ve de biyografilere yönelen bu isimler, klasik sinemanın anlatı kodlarıyla da yetinmeyip tüm sinema geleneğini yeniden üreterek kullanır. Ve Hollywood’u içinde bulunduğu krizden çıkarır. Bundan sonra bir yandan Amerikalı genç yönetmenler, öte taraftan diğer ülke sinemalarından devşirilen başarılı yönetmenler eliyle Hollywood, tüm dünya sineması içerisinde ana akım olma durumunu pekiştirir. İşte bu genç yönetmenler kuşağının önde gelen isimlerinden biri de Christopher Nolan.
Son filmi Oppenheimer’ın Nolan sineması içerisinde nereye yerleşeceğine karar vermek için biraz daha zamana ihtiyacımız var. Bu aşamada filmin biçimsel yapısını ve özellikle de bahsini ettiğim Amerikan imgesine getirdiği bakışı ele alacağım.
Her filmi, kendi anlatı biçimi ve gerçeklik düzlemi ile ele almak gerekir. Ana akım sinema içerisinde klasik anlatı kodlarıyla üretilmiş bir filmi, bağımsız/sanat sineması kodları ile değerlendirmek doğru olmayacağı gibi, aksini yapmak da filme dair doğru okumalar yapmanın önünü tıkar. Klasik sinemanın anlatı kodları ile baktığımızda Oppenheimer’in oldukça başarılı bir film olduğunu söyleyebiliriz. Bu başarı şüphesiz Nolan’ın sinema alanında bir maestro olmaklığından ileri geliyor. Sinematik unsurların bütününü beste yapar gibi ve de bestelediği bu parçaları büyük bir orkestra ile icra eder gibi bir tavrı var Nolan’ın. Özellikle kurgu ve müzik kullanımı ile oluşturulan bu yapı, akla Fransız Empresyonist Sineması’nı getiriyor. Abel Gance’nin La Roue filminde, bir tren kazasının kısalıp uzayan planlarla oluşturulan montaj sekansla sunulmasına benzer bir yapının, Oppenheimer’da hakim olduğunu söylemek mümkün.Diyaloglu sahnelerde bile bu hızlı kurgu biçiminin kullanımı söz konusu.
Yine aynı şekilde Fransız Empresyonizmi’nin bir diğer önemli özelliği olan karakter psikolojisinin hızlı montaj sekanslarla dışavurumunu da görüyoruz. Atom bombasının yıkıcı etkisinin Oppenheimer’in iç dünyasına yansımasını, önce elektron dalgaları daha sonra patlamalar ve anlatının gelişimine paralel olarak da bombanın insan üzerindeki etkilerini, montaj sekanslar olarak izliyoruz. Oppenheimer’da anlık nevrotik kopmalara denk düşen bu anlar, karakter psikolojisinin somut şekilde dışavurulduğu sahneler.
Filmin zaman zaman yükselen sonra daha sakin bir hal alan yapısı, seyirciye yönelik manipülasyonun da çok başarılı uygulandığını gösteriyor. Sinemanın seyirciyle ilişkisini de bu anlamıyla oldukça başarılı kuruyor Nolan. Atom bombasının oluşturacağı etkiye yönelik deneyin yapıldığı sekansta tüyleri diken diken eden bir etki oluşuyor. Filmin katartik etkisinin zirve yaptığı bu sekansta, önce ışık ardından gelen ses dalgası ile defalarca silkelenen seyirci, atom bombasının etkilerine yönelik sinematik deneyimi iliklerine kadar yaşıyor ki bana kalırsa filmin biçimsel olarak başardığı asıl önemli şey de bu: Sadece Oppenheimer’in iç hesaplaşmasıyla sınırlı kalmayıp bombanın olası etkilerinin izdüşümlerini seyircinin de sinematik olarak deneyimlemesine yer vermesi. -Ki filmi çok istememe rağmen Imax salonunda izleyemedim, normal bir salonda izlerken bu etkiyi yaşayınca yönetmenin neden Imax salonlarında izlemeyi tavsiye ettiğini daha iyi anlıyorum.-
Film, üstlendiği politik misyonla Amerikan Sineması geleneğine eklemleniyor. Amerika’nın tüm dünyada etkili aktör olması, ideolojik varlığını yayması, bu yayılıma yönelik tıkanıklıkların açılması ve aşılması, Hollywood’u var eden misyondur. Amerikan sisteminin yapısı hangi alanda olursa olsun buna hizmet eder ve ettirir. Sanat dışındaki diğer alanlarda da bu geçerlidir. Amerika’ya yönelik en azılı muhalifler bile Amerikan politikasındaki tıkanıklıkları gösterir ve açar. Dilbilimci ve büyük bir muhalif olan Noam Chomsky’nin yaptığı gibi.
Nolan, Amerika’nın günahlarından birini filme yatırması ile Chomsky’den daha yumuşak bir edayla yapıyor benzer bir şeyi. Yüz binlerce insanın ölümüne yol açan bir insanlık suçunun neden ve nasıl işlendiğini konu edinirken önce, Naziler’i sonra iki kutuplu dünyanın diğer aktörü olan Rusya’yı işaret ediyor. Oppenheimer üzerinden de konunun iç hesaplaşma zeminini açıyor. Oppenheimer’a aslında sen suçlu değildin öyleysen de vicdanında ve bilincinde patlayan bombalarla kefaretini ödedin derken, içerdeki asıl suçluların dönemin politikacıları olduğunu işaret ediyor ki onlar da günahlarından niyetleri ile sıyrılıyorlar. Yaptılarsa bunu Amerika için yaptılar çünkü. Oppenheimer’in seviyorum dediği o ülke için.
Atom bombası günahının kim tarafından ve neden işlendiğine dair sorgulama, ilk fail olan Amerika’ya yönelik suçlayıcı bakışlar; filmin biçimsel yapısı ve oluşturulan demagojiyle hafifliyor ki ifadelerin önemsizleşmesinde başvurulan ve anlamayı güçleştiren hızlı kurgunun da payı büyük. Elimizde artık travmatik ve korkunç olmayan, bir maestronun kamerasından çıkmış atom bombası miti var. Ve tazelenmiş bir Amerika imgesi.
*Yazıda bahsi geçen, Amerikan Sineması dönemleri ve Fransız Empresyonist Sineması’na dair detaylar Sinema Tarihi modülündeki video derslerde ayrıntılı ele alınmaktadır. Bağlantıdan eğitim içeriği sayfasına geçip Sinema Tarihi modülünü inceleyebilirsiniz.
Filme dair okuduğum en etraflı değerlendirme. Teşekkürler
Filme ait okuduğum çoğu yorumda, anlatı biçiminden çok teknik biçimini öne çıkararak değerlendirmeler yapılmıştı. Sizin değerlendirmeniz ise tüm yönleriyle olduğu gibi ayrıca filmin geçmiş, bugün ve geleceğe dair vermek istediği mesajı da bizlere sunuyor. Emeğinize sağlık, çok teşekkür ederim.