Hafıza konusu hem sinema hem de edebiyat için oldukça elverişli bir konu. Sinemada klasik anlatı kalıpları içerisinde daha çok geriye doğru hatırlayışlarla -flashback- şimdiye taşınan geçmiş, klasik anlatı alternatiflerinde ise farklı şekillerde ele alınır. Sinema tarihi içerisinde geçmiş ve şimdinin iç içe geçip an’a aktığı ve genişleyen bir zaman içerisinde duyumsandığı en iyi film örneklerini Alain Resnais vermiştir. Resnais özellikle Hiroşima Sevgilim ve Geçen Yıl Marianbad’da filmlerinde; hatırlayışlarla geçmişin şimdiye taşındığı, şimdiye taşınan geçmişin zamanı aşındırdığı ve böylece kronolojinin silikleştiği bir yapı görürüz. Hafıza konusunun edebiyatta en iyi örneklerini verenlerden biri şüphesiz Marcel Proust’tur. Türk Edebiyatı’nda ise Ahmet Hamdi Tanpınar, anlatılarında benzer hatırlayışlar ve duyuşlarla zamanı şimdiden soyar. Saatle ilişkisi kesilen zaman “Yekpare geniş bir an” var eder. Geçmiş ve hafıza konuları sinemamızda genellikle ana akım dinamikleri içerisinde ve klasik formlarda ele alınır, flashbacklerle tasarlanmış hatırlayışlar, flashforwardlarla ileri sıçrayışlar; demans, alzheimer ve travmalara bağlı psikolojik sapmalar üzerinden hafızayı görünür kılar.
Hafıza konusunun ele alındığı sinemamızdaki son örnek, Berkun Oya’nın yönetmenliğini yaptığı Netflix yapımı Cici filmi. Şiddetin taşındığı baba figürünün ailenin tüm bireyleri üzerinde yol açtığı travmatik etki, filmin konusunu oluşturuyor. Travmaların temelini oluşturan baba elinden çıkmış şiddet, ailenin tüm bireylerinin kaderine sızıp onları hayat karşısında savunmasız ve yaralı bir duruma sokuyor. Babasının Almanya’dan getirdiği kameralara olan ilgisiyle yönetmen olan Kadir, travmalarından hareketle otobiyografik bir film yapmak ve böylece travmalarından kurtulmak gibi bir çabaya girse de girdiği çaba travmaların gerçekliği iğdiş etmesi ile başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Son dönemde Türk Sineması içerisinde benzer sosyolojik klişelerden hareket eden birçok film örneği gördük, görüyoruz. Taşralı ataerkil/eril şiddetin artık merkezde/kentte yaşayan yetişkin birey üzerindeki travmatik etkilerini, merkezdeki yetişkin bireyin daha çok çocukluğu yahut ilk gençliği ile çatışmalar doğuran taşralılığını, benzer anlatı kalıpları içerisinde izliyoruz. Modernleşme/kentleşme sürecimizin de ana aksını oluşturan bu paradoks, sinema için güçlü bir konu olsa da, ele alınış biçimi sinema gibi büyük bir form için dezavantaja dönüşebiliyor. Cici’de babanın zaman zaman şiddete başvuran varlığı ve anlatının yaslandığı olay-Kadir’in Cemil’e ıslattığı için babası tarafından cezalandırılması- her ne kadar travmaların etkisi açısından derecelendirilmesi zor olsa da, sinemasal gerçeklik içerisinde oldukça zayıf kalıyor. Filmin alımlanışını belirleyen konu edilen durum ve olayların gerçekle ilişkisi kadar bir gerçeklik inşası içerisinde nasıl dışavurulduğudur. Bu açıdan filme konu travma, filmin gerçekliğini oluşturmak ve taşımada oldukça yetersiz…
Yolu çeşitli sebeplerle baba evine düşen ve travma kaynakları ile yüzleşmek durumunda kalan kentli evlatlara yönelik pozitif ayrım da yine klişeye dönüşmüş bir ön kabuldür. Berkun Oya, Kadir’e bu anlamda pozitif bir ayrımda bulunmuyor. Hatta özellikle travmatik acıları filme konu ederken tutunduğu çıkarcı tavır açısından Kadir’e yönelik bir öz/eleştiri getirdiği de söylenebilir. Ne var ki bu eleştiri çok zayıf kalıyor. Ve de filmin sonuna doğru dağılan ve tamamen katertik yapıdaki finali ile tamamen ortadan kalkıyor.
Hafıza ve hatırlayışların beraberinde taşıdığı doğal hüzün, filmi zenginleştirebilecek bir malzeme iken filmin biçimsel muğlaklığından dolayı etkisizleşiyor. Mizansen tasarımındaki mükemmeliyetçilik ve abartı, karakter çizimindeki aşırı vurgulamalar -Z kuşağının temsili olan Naz-, hayatın askıya alındığı tiyatral sahneleme biçimi -Cemil’in çobanlık yaparken ilk görüldüğü sahne, ortaya toplanmış hareketsiz koyunlar, evin avlusuna ekilen tek ağaç- filmin sinematik etkilerine ket vuruyor. Tüm bu durumlar sinemasal bir deneyimden çok teatral bir seyir deneyimi oluşturuyor. Flashbackler, tv görüntüleri, kamera arkası görüntüler ve film içi film görüntüleri ile hafızanın görselleştirilebileceği tutarlı görsel kolajlar yerine, olayı öne alarak sinemadan uzaklaşıyor.
Cici, yukarda bahsi edilen tüm gerekçelerden dolayı sinematik anlamda zayıf bir yapım. Fakat filmin bir sahne hatta planından olumlu anlamda bahsetmemiz gerekiyor ki aksi haksızlık olur: Kadir’in mavi perde önünde konuştuğu, Olgun Şimşek’in canlandırdığı Cemil karakterinin yüzündeki duygu değişimi…
Bu görüntü aslında filmde yer alan en güçlü metafor. Metaforlar her zaman için plastik malzemelerden yapılmak durumunda değildir. Bazen oyunculuktaki bir an da filmin metaforlarından birine dönüşebilir. Cemil’in gülümsemeyle başlayan sonrasında hüzne dönüşen yüz ifadesi, filmin belki de en sinematografik anı. Sadece sinematografik bir yapı olarak kalmayan bu an, aynı zamanda şimdinin hafıza ile buluştuğu, hatırlayışın mimiklerle tarif edildiği çok başarılı bir dışavurum. Dikkatli seyirciyi içe alan ve an’ın derinliğine çağıran…
Cici, an’la ilişkisi açısından sinema için son derece elverişli bir konu olan hafızanın abartılı sinematografik vurgulamalar ve anlatı tutarsızlıkları ile zayıfladığı bir yapım. Kentin zamanının, taşranın an’ıyla buluşturma çabasının son örneği olarak değerlendirilebilecek film, kurduğu dünya ile seyirciyi an’da tutmak yerine zamana çağırıyor. Bir türlü geçmek bilmeyen 151 dakikalık zamana.